‘Eşimle birlikte İtalyanca kursuna gidiyoruz. Öğretmen ‘Com é stai?’ diyor. ‘Nasılsın?’ demek. Eşim bana eğilip demek ki ‘Com’ nasıl anlamına geliyor, peki é ne? Ha İngilizce’deki ‘are’ yerine geçiyor. Eşime dil öğrenirken çocuk gibi davranmak gerekiyor diyorum. Parçalama cümleleri, olduğu gibi kabul et ve öyle ezberle. Bunu çok
saçma bulduğunu bakışlarından anlıyorum. Haklı aslında 30 yaşından sonra tüm öğrendiklerini unutup, çocuk gibi davranmak zor. Yeni bir dil öğrenmek de zor. Üstelik tekrarlamazsak da unuturuz.’
Oysa çocukken öğrenilenler unutulmuyor. Çocukken üç dil de öğrensek, hepsini anadilimiz gibi konuşabiliyoruz ve hiç unutmuyoruz. Bisiklete binmeyi, tenis oynamayı çocukken öğrenmişsek yıllar sonra bile hemen duruma adapte olabiliyoruz. Çünkü o çağlarda öğrenmede bilincimiz devrede değil, öğretilenleri bilinçsizce bir sünger gibi içimize alıyoruz ve unutmuyoruz. Hiç unutmuyoruz.
Küçük yaşta öğrenip de hiç unutmadığımız, yaşam boyu peşimizi bırakmayan başka şeyler de var. Üzerimize yapışıp kalan duygular...
Bilincin süzgecinden geçmeden bizim olanlar, nedenini bilmediğimiz, hep derinlerde bir yerlerde saklı ama bir filmin gizli kahramanı gibi umulmadık bir zamanda ortaya çıkan ve başrolü kapan, tüm filmi ele geçiren duygular... Evet 30’undan sonra yeni bir dil öğrenirken çocuk gibi davranmak zor belki ama çocukluktan gelen bu duyguları
erişkinliğe taşırken hiç de zorlanmıyoruz.
Örneğin anne babası tarafından şefkat görmeden, kollanmadan büyüyen bir çocuk, yaşam boyu kendini duygusal yönden yoksun, yalnız ve boşlukta hissedebilir ve başkalarına bağımlı hale gelebilir.
Çocukken sürekli azarlanan ve nedenini hiç anlamayan bir çocuk, ilerideki yaşlarda kendini hatalı olmadığı durumlarda bile hatalı, yanlış ve kusurlu hissetme becerisi geliştirebilir. Bu eğilim, kendini savunmak zorunda olduğu durumlarda insanı kilitleyebilir ya da kendini sürekli savunmak zorunda hissettirebilir.
Sizi uzaylıların kaçırdığını düşünün. Beyninize bir çip yerleştirmişler ve siz bu çip nedeniyle bir olay karşısında otomatik bir düşünce üretip hep aynı olaylar karşısında aynı şekilde hissedip aynı şekilde davranıyorsunuz. İşte çocukluktan size miras kalan bu duygular da aynı o çipin işlevini yerine getiriyor.
İçinizdeki küçük ve yalnız çocuk, yalnızlığını tedavi edecek şeyleri görmezden gelip, size her durumda yalnızlığı hatırlatıyor. Yalnızlık sizin için artık çürütülemez ve kesin bir gerçek halini alıyor. Sevdiğiniz biri birkaç günlüğüne uzaklara gitse yalnızlık hissediyorsunuz. Evde tek başına geçirilen birkaç saat, yoğun yalnızlıklara boğuyor sizi.
İçinizde sürekli yanlış yaptığına inanan çocuk çipi taşıyorsanız, o zaman da yaşamınızda olan her kötü olaydan kendinizi sorumlu hissetme yeteneğiniz gelişiyor. Tabağı başkası da kırsa suçlu sizsiniz. Tüm haksızlıkların kaynağı sizsiniz. Siz kötü, hatalı, kusurlu bir
çocuksunuz.
İçimizdeki bu küskün, kırgın, yalnız, hatalı, terk edilmiş ya da reddedilmiş bu çocuğu yok etmek çok zordur. Çünkü o çok dayanıklıdır. İçinde bulunduğunuz koşullarda bağımsız varlığını sürdürmek üzere programlıdır. Dirençlidir. Onu görmezden gelmeniz zordur. Çünkü sizin bir parçanız olmuştur. Gelin şimdi o çocuğu biraz tanımaya çalışalım. Tanımak, kurtulmanın yarısıdır. Kimsenin içindeki çocuğu öldürmesinden yana değiliz. Ama tedavi edebiliriz değil mi? Onu yalnızlık, eksiklik, boşluk hissettiren bir çocuktan sizin için yaşam
sevinci üreten bir çocuğa dönüştürebiliriz.
Özlem Tansal