Özet
Öfke, geniş bir bilişsel davranışçı çerçeve içinde ele alınır. Bu çerçevenin içine, tetikleyici olaylar; kişinin, geçici koşulları ve daha kalıcı bilişsel, ailesel/kültürel süreçleri içeren, öfke-öncesi durumu; birincil ve ikincil değerlendirme süreçleri; öfke deneyimi/ifadesi (bilişsel, duygusal, fizyolojik bileşenler); öfke ile ilişkili davranışsal bileşenler; ve öfke ile ilişkili sonuçlar girmektedir.
Güncel Öfke Modeli
Öfke insan deneyiminin doğal bir parçasıdır. İnsan sinir sistemi, öfke deneyimi ile direkt olarak bağlantılıdır ve öfke temel insan duyguları arasında sayılır. Mizaçla ilintili, nörolojik, hormonal ve diğer fizyolojik süreçler öfke deneyimi ve ifadesine kesin olarak katkıda bulunmaktadır. Bununla beraber, öfke (a) bir ya da daha fazla tetikleyici olayın; (b) kişinin, anlık durumlar ve uzun süreli bilişsel yorumlama süreçlerini içeren, öfke-öncesi durumun; (c) tetikleyici kaynakların ve baş etme kaynaklarının (Ör; birincil ve ikincil değerlendirme; Lazarus,1991) çakışan etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Öfke duygusal, fizyolojik ve bilişsel bileşenleri olan içsel bir deneyimdir. Bu bileşenler birlikte ortaya çıkar, hızlıca etkileşime girer ve genellikle tekil bir öfke deneyimi olarak kendini gösterir. Öfke aynı zamanda durumlara yönelik davranışsal yanıtları da ortaya çıkarır, motive eder ve/veya bu davranışsal yanıtlarla ilişkilidir. Yani, öfke deneyimsel bir durumdur ve sonucunda ortaya çıkan davranışla ilişkili, ancak kavramsal olarak ayrıdır. Davranış, işlevsel olmayan öfke durumlarında, terapinin odağı olabilir. Aynı zamanda, öfkenin kişi, çevresindekiler, içinde yaşadığı sosyal sistem ve fiziksel çevre için birçok sonucu olur. Öfkenin doğası ve sonuçlarının yaygınlığı, öfkenin bir sorun olup olmadığına dair verilen karar üzerinde etkilidir (Deffenbacher, 2003; Kassinove ve Tafrate, 2002, 2006).
Tetikleyici olaylar
Öfke üç çeşit olay tarafından tetiklenir. Bunlardan bir tanesi, belirli, tanımlanabilir dışsal olaylardır. Engelleyici ve tahrik edici olaylar (ör; trafikte kalmak); başkalarının davranışları (ör; eleştirel, saygısızca yorumlar); nesneler (ör; çalışmayan bir bilgisayar); ve kişinin kendi davranış ve özellikleri (ör; kaba bir yorum yapması ya da önemli bir toplantıyı kaçırması). Bu olaylar bazı ortak öğeler içermektedir. Birincisi, insanlar öfkenin kaynağını net olarak tanımlar ve etki-tepki ilişkisi kurarlar (ör; onun yorumları beni deliye çevirdi). İkincisi, öfkenin derecesi, olayın içeriğine uygun görülür (ör; insanlar öfkelerinin derecesini duruma orantılı ve uygun görürler).
Bazen öfke, dışsal olayların bir kombinasyonu ve öfke ile ilişkili anı ve imajların bir sonucu olarak ortaya çıkar. Yani, belirli bir durum sadece o anki öfkeyi tetiklemekle kalmaz, aynı zamanda öfke ile ilişkili anılar örüntüsünü de harekete geçirerek öfkenin yoğunluğunu artırır. Sıklıkla öfkenin kaynağı kişi tarafından kolaylıkla tanımlanamaz ve deneyimlenen öfke durumla orantılı bulunmaz ya da algılanan tetikleyiciye karşı aşırı tepki olarak görülür. Travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireylerde, sıklıkla bu çeşit bir öfke gözlenir. Örneğin, cinsel taciz yaşamış bir birey masum bir dokunuşa ya da kişisel alanına yönelik bir sınır aşımına şiddetli bir öfke ile karşılık verebilir. Daha az dramatik fakat yine de problemli örneklere de sıklıkla rastlanır. Bir önceki sevgilisi onu aldattığı için, şimdiki partnerinin bir erkekle konuşmasına aşırı tepki gösteren bir erkek ya da gençliğinde kendisiyle sıklıkla dalga geçildiği için, ufak bir şakaya çok yoğun öfkeyle karşılık veren bir kişi bu tarz olaylara verilebilecek bazı örneklerdir. Bu öfkenin doğasını ve yoğunluğunu anlamak için, dışsal tetikleyici ve ona bağlı olarak tetiklenen anı ve görüntüleri tanımlamak çok önemlidir.
Öfkeyi tetikleyen bir diğer olaysa, hem bilişsel hem de duygusal bir doğası olan, içsel bir uyarandır. Örneğin, bir kişi, geçmişte yapılan kötü muameleyi, haksızlıkları ya da tacizi tekrar eden bir seyirde, uzun uzun düşündüğünde öfkesi artar (ör; hak ettiği terfiyi almadığını ve sevgilisi tarafından terk edildiğini tekrar tekrar düşünmek). Aynı konuda sık tekrar eden düşünceler öfke ve depresyonun gücünü artırırken, kişinin kontrolden çıktığını hissetmesine neden olabilir ve işlevsel olmayan tepkiler verme ihtimalini artırabilir (Nolen-Hoeksema, 2003). Reddedilmiş, incinmiş, utandırılmış ve aşağılanmış hissetmek de öfke için zemin oluşturur (ör; başkalarının yorumlarını dinlerken çok öfkelenmek). Bu olaylarda öfkeyi anlamak için, öfkeyi önceleyen duygu ve/veya bilişleri tanımlamak çok önemlidir.
Öfke-öncesi durum
Öfke, kişinin tetikleyici olay yaşandığı sıradaki geçici ve kalıcı özelliklerinden de oldukça etkilenir. Kişinin o anki duygusal-fizyolojik durumu öfkenin ihtimalini, yoğunluğunu ve seyrini etkiler. Kişi olumlu bir duygudurum içindeyse ve fiziksel olarak iyi hissediyorsa, öfke eşiği değişir, yani öfke her durumda ortaya çıkmaz ya da yoğunluğu hafif olabilir. Buna karşılık, eğer duygudurum ve fiziksel durum olumsuzsa, o zaman öfke olasılığı ve yoğunluğu artabilir. Yani, öfkeli olmak, daha sonra ilişkisiz olaylarda bile kişinin öfkeli tepki verme ihtimalini artırır (ör; önceki öfke diğer durumlara da aktarılır ve şiddetlenir; Zillman, 1971) örneğin bir telefon konuşmasında sinirlenen ebeveyn, çocuğun ufak bir davranışına aşırı tepki gösterir. Bu etki, önceki öfke ile sınırlı görünmemektedir. Araştırmalar gösteriyor ki, (ör; Berkowitz, 1990) birçok farklı fiziksel (yorgunluk, üşüme, acı, hastalık ya da akşamdan kalma olmak) ve duygusal (incinmiş, gergin, üzgün, stresli) durum, olumsuz duygu ve görüntülerin varlığı ve belirginliğini artırırken, öfke ile tepki verme eşiğini aşağı çeker. Klinik olarak anlık (geçici) durumları değerlendirmek önemlidir, çünkü işlevsel olmayan öfke ifadesi öncelikle bu durumlarda ortaya çıkabilir.
Öfke-öncesi durumların başka bir yönünü ise, bilgiyi işlemlemek için kullanılan kalıcı yorumlayıcı filtreler oluşturur. Bazıları öfke ve öfkenin ifadesi ile ilgili ailevi ve kültürel mesajlardır (Thomas, 2006). Kültürel gruplar ve aileler, öfkenin nasıl ve ne zaman ifade edilmesi gerektiğini ve öfke ifadesinin hedeflerinin uygunluğunu ya da uygunsuzluğunu belirleyen temel norm ve mesajları paylaşır. İçselleştirilmiş aile/kültür kuralları, tetikleyicilerin nasıl kodlandığını, öfkenin nasıl deneyimlenip nasıl ifade edildiğini etkiler. Bu nedenle, öfkeyi kültürel/ailesel yapının içinde değerlendirmek önemlidir. Örneğin, eğer kişinin ailesi ve kültürel temelleri, yoğun öfke, düşmanlık, intikam ve misilleme düşüncelerini ve agresif tepkileri kabul edici nitelikte ise, diğerleri ne düşünürse düşünsün, bu tür davranışlar normal ve uygun görülür (ör; bir grup sesli, duygusal ve yakın bir biçimde öfkesini paylaşırken; diğer bir grup bu yoğun duygu ve davranışı agresif, duyarsız ve kaba bulur).
Öfke aynı zamanda dünya ile ilgili kalıcı düşünce biçimleri ile de ilişkilidir (Deffenbacher ve McKay, 2000; Kassinove ve Tafrate, 2002). Öfke, kişinin kişisel alanının (Beck, 1976) kişisel değer ve kuralların ihlal edilmesi (Dryden, 1990), kendilik şemasına ve ego bütünlüğüne suçlayıcı şekilde zarar verilmesi (Lazarus, 1991) ve önemli amaç-odaklı bir davranışın engellenmesi ile de tetiklenme eğilimindedir. Bu bilişsel yapılar esnek olduğu ve kişisel tercihlerden temelini aldığı zaman, engellenme veya tehdit karşısında hafif ila orta düzeyde öfke açığa çıkar. Ancak bu düşünceler ne kadar katı ve kapsayıcı olursa, öfke de o denli yoğun ve davranış da o denli agresif olur. Özetle, yoğun ve işlevsiz öfkenin ortaya çıkma ihtimali (1) kişisel istekler, talep ve emirlere; (2) değer ve kurallar, başkalarına dayatılan katı dogmalara; (3) beklentiler, katı ve dokunulmaz standartlara dönüştüğü zaman; (4) kimlik ve kişisel alan esnekliğini kaybettiği zaman ve (5) amaç-yönelimli davranışlar tercihe dayalı değil, zorunlu hale geldiği zaman artmaktadır.
Ön değerlendirme (appraisal)
Ön-değerlendirme süreci iki aşamadan oluşur: birincil ve ikincil değerlendirme (Lazarus, 1991). Birincil değerlendirme, tetikliyici ve onun özelliklerine yönelir. Kişinin olayı değer ve beklentilerine karşı bir saldırı, kişisel alanın ihlali, kişinin ego bütünlüğüne hücum ve/veya hedefine ulaşmasında bir engel olarak değerlendirmesini, yoğun öfke ve agresif davranışın ortaya çıkması takip eder. Kısaca, kişi olmaması gereken bir olayın, olduğu ya da olabileceği yargısına varır.
Aşağıdaki değerlendirmelerin yapılması halinde, öfkenin olasılığı ve yoğunluğu artar (Deffenbacher ve McKay, 2000; Kassinove ve Tafrate, 2002, 2006). Olay (a) kasıtlı yapılmışsa, (b) önlenebilir ya da kontrol edilebilirse, (c) haksızlık içeriyorsa, (d) kabahatli ise. Bir “düşman”la alakalı ise, tetikleyicilerin öfkeye neden olma ihtimali daha yüksektir. Olumsuz etikete ve grup statüsüne maruz kalan insanların öfkesi yoğunlaşır. Aynı zamanda, kişi olayın önemini ve negatif sonuçlarını abartırsa (ör; felaketleştirme); olayı iki kutuplu ve negatif açıdan değerlendirirse (ör; kutuplu düşünce); algılanan öfke kaynağına kötü niyet atfediyorsa (ör; düşmanca atıf önyargısı); ve/veya intikam ve cezalandırma görüntü ve düşünceleri ile meşgul olursa öfkesi artar (Deffenbacher ve McKay, 2000; Kassinove ve Tafrate, 2002, 2006).
İkincil değerlendirmeler ise kişinin baş etme kaynaklarına yönelir. Eğer insanların zengin ve esnek baş etme repertuarları varsa, öfke hafif ila orta düzeyde, baş etmeleri ise işlevseldir. Öfkeyi yükselten en az üç ikincil değerlendirme vardır. İlki, bozguna uğramış, sabrı taşmış ve baş edemeyecek gibi hissetmektir (ör; “baş edemiyorum, artık kaldıramıyorum!”). Bu değerlendirmeler aynı zamanda, kişinin baş etme kapasitesini de hafife almasına neden olur. İkincisi, kişinin olumsuz olaylarla karşılaşmak, baş etmek zorunda olmadığı gibi narsisistik bir kurala sahip olmasıdır (Ör; “kimse bu saçmalıkla uğraşmak zorunda değil”). Bu rasyonel-emotif terapistlerin düşük engellenme toleransı olarak adlandırdığı kavrama karşılık gelmektedir (Dryden, 1990). Haklı görülen, duruma uygun olduğu düşünülen ve başkalarına atfedilen bir öfke bu durumu takip eder. Böylece öfke, meşrulaştırılmış ve dışsallaştırılmıştır, çünkü “olmaması gereken” dışsal olaylara atfedilmiştir. Üçüncüsü ise, kişinin öfkeyi ve agresyonu (ailesel ya da kültürel normlar ve bireysel kurallar sonucu) duruma uygun bir yanıt olarak görmesidir (Ör; kişi saygısız bir davranışla karşılaştığında, yoğun öfke gösterisi ve sözel aşağılamayı uygun olarak görür). Böylesi bir öfke, egoyla uyumludur, diğer kişiler ve kişinin içinde yaşadığı sosyal çevre için problem teşkil etse de, kişi tarafından sorun olarak yorumlanmaz.
Öfke
Olayların ortaya çıkması ve değerlendirilmesi kişide bilişsel, duygusal, fizyolojik ve davranışsal tepkileri tetikler. Bunlar genellikle birlikte ortaya çıkar, karşılıklı olarak birbirini etkiler ve pekiştirir. Öfke, bilişsel-duygusal ve fizyolojik bir deneyim olarak tanımlanır ve davranışsal yanıttan da ayrılamaz (Deffenbacher, McKay, 2000). Bilişsel olarak öfkenin klinik düzeylerinde genellikle, sınır aşımına uğrama ve zarar görme algısı; öfkenin kaynağının dışsallaştırılması; ötekilere zarar verme niyeti ve kastının atfedilmesi; kişisel sorumluluğun en aza indirgenmesi; aşırı genelleme; kışkırtıcı etiketleme; misilleme, öç alma, aşağılama vb. düşünce ve görüntülere rastlanır (Deffenbacher ve McKay, 2000; Kassinove ve Tafrate, 2002, 2006). Duygusal olarak, öfke hiç olmayabilir, ya da çok az olabilir. Rahatsızlık duyma gibi hafif bir düzeyde de ortaya çıkabilir; yoğun öfke, şiddetli öfke ve hiddete kadar da uzanabilir. Fizyolojik olaraksa, öfke soğuk kanlı bir deneyim olabilse de, genellikle sempatik aktivasyona neden olur (ör; kalp atımının artması, sıcak duyumla, gergin kaslar)
Kızgınlık anındaki davranış
Kişilerin öfkeli iken ne yaptıkları, büyük ölçüde duruma, deneyimlenen öfkenin yoğunluğuna ve doğasına, kişilerin ifade repertuarlarına, daha önceki pekiştirici etkenlere bağlıdır (Deffenbacher ve McKay, 2000; Kassinove ve Tafrate, 2002; Spielberger, 1999). Özellikle, öfke hafif ila orta düzeyde olduğunda, işlevsel, yapıcı, pozitif, yararlı davranışlara sebep olabilir. Öfkeyi etkili bir biçimde hisleri ve problemleri ifade etmek için kullanmak, kendiliğin pozitif bir ifadesidir ve pozitif baş etmeler ve durumla baş etmenin ve çözümlemenin önünü açar. Öfkenin yoğunluğu ve olumsuz düşüncelerin belirginliği arttıkça, işlevsel olmayan bir biçimde ifade edilme olasılığı da artar. Agresyon öfke ifadesinin bir şeklidir ve genellikle şiddetli bir hoşnutsuzluğun, kasıtlı verilen bir zarar ve/veya tehdidin, göz dağı vermenin, kontrol etmenin, veya diğer kişi, nesne ya da kişiden intikam almanın bir ifadesi olarak ortaya çıkar. Birçok kızgın kişi diğer kişilere ya da nesnelere fiziksel ya da sözel bir saldırıda bulunur. Diğerleri, kızdıklarında, hile, sabote etme, dedikodu çıkarma, erteleme, surat asma, işlerini bozma gibi daha dolaylı fakat yine agresif bir biçimde öfkelerini ifade ederler. Bazı öfkeyle ilişkili işlevsel olmayan davranışlarınsa ille de agresif olmasına gerek yoktur. Bunlara uygunsuz biçimde geri çekilme, sarhoş olma, dikkatsizce araba kullanma örnek verilebilir. İnsanın kızgınken nasıl davrandığı tedavi için değerlendirilmesi gereken alanlardandır.
İşlevsel olan ve işlevsel olmayan öfke
Öfke her zaman için işlevsiz ve sorun yaratan bir duygudur denemez. Aksine, öfke, tehdit edici, itici, saygısız ve negatif bir durum sonucunda ortaya çıktığında ve hafif ila orta düzeyde deneyimlendiğinde, pozitif ve yapıcı davranışları aktive eder. Böyle bir öfke negatif olarak deneyimlenmez, kişinin özyeterlilik hissini artırır ve hem kendisi hem de başkaları için pozitif sonuçlar üretir. Öfkenin ne zaman işlevsiz hale geldiği görecelidir. Ancak öfkenin yoğunluğu, sıklığı, ve/veya süresi arttıkça, öfkenin bedeli de artar. Bunlar olduğunda, insanlar kontrolü kaybetmiş, negatif, suçlu, utanmış, mahvolmuş hissederler. Kronik öfke aynı zamanda sağlık problemlerini de beraberinde getirir. Öfke aynı zamanda zarar verici davranışları ve olumsuz sonuçları ortaya çıkarır (Ör; dürtüsel davranışlarla kendine ve başkalarına verilen zarar, bozulan ilişkiler, yasal problemler, eşyalara verilen zarar, işte yaşanan zorluklar, Dahlen ve Martin, 2006). Sıklık, yoğunluk ve süre arttıkça, öfke ifadesi daha agresif, daha yıkıcı ve kişinin kendisi ve başkaları için sonuçları daha olumsuz olur. Böyle olduğunda da kişinin kendisi ve başkaları tarafından bu öfke işlevsiz olarak nitelendirilir (Deffenbacher, 2003; Kassinove ve Tafrate, 2006)
Öfkeyi azaltmada BDT müdahaleleri
Teorik olarak farklı BDT müdahaleleri, tetikleyici --) değerlendirme --) öfke --) davranış --) sonuç zincirinin farklı yönlerini hedef alır. Birçok müdahale kendilik-farkındalığını artırmayı içerir; böylece, kişi öfke tetikleyicilerin, deneyimin, ifadesinin ve sonuçlarına karşı daha uyanık olur. Danışanların bu konulardaki farkındalığı arttıkça, baş etme becerileri gelişir ve terapideki işbirlikleri artar.
Bilişsel müdahaleler, öfkeye neden olan düşünce ve görüntüleri, işlevsel olmayan ailesel ve kültürel varsayımları, yanlı değerlendirme, bilgi işleme vb. süreçleri kapsar. Danışanlara öfkeye neden olan bilişleri tanımlamalarında ve onları daha gerçekçi olanlarla değiştirmelerinde yardımcı olunur. Bilişsel yeniden yapılandırma ve problem çözümü müdahaleleri, öfkenin bilişsel elemanlarına odaklanır. Terapist öfkeyi azaltan bir iç diyaloğun ve imgelemin geliştirilmesinde ve kişinin tetikleyici olaylarda sakinliğini koruyup, amaç odaklı hareket etmesinde danışana yardımcı olur. Terapide bu bilişsel baş etme becerileri prova edilir ve daha sonra ödevler aracılığı ile gerçek hayata genellenir. Bilişsel müdahalelerin, öfke problemi yaşayan medikal hastalarda, öfkeli toplum gönüllülerinde, kolej öğrencilerinde ve sürücülerde de etkili olduğu saptanmıştır (Ör; Dahlen ve Deffenbacher, 2000; Deffenbacher, Richards ve ark., 2007; Novaco, 1975; Tafrate ve Kassinove, 1998).
Gevşeme müdahaleleri farklı bir kavramsal odağa sahiptir. Bu da artan duygusal ve fizyolojik uyarılmadır. Bu müdahaleler, danışanların, bir baş etme becerisi olarak gevşeme tekniğini kullanarak, duygusal ve fizyolojik uyarılmalarını azaltmaya odaklanır. Olaylara sakin bir tutumla yaklaşmalarını, böylelikle sakinken sahip oldukları diğer beceri ve yetkinliklerini kullanmalarını amaçlar. Baş etme becerisi olarak gevşeme, öfke uyandıran sahneler hayal edilerek ya da role-playing uygulamaları aracılığı ile ilk olarak terapi seanslarında denenir. Daha sonra ise dışarıda gereken durumlarda kullanılması amaçlanır. Gevşeme müdahalelerinin, öfke problemi yaşayan medikal hastalarda, öfkeli toplum gönüllülerinde, kolej öğrencilerinde, sürücülerde ve hapsolmuş bireylerde de etkili olduğu saptanmıştır (Ör; Deffenbacher, Richards ve ark., 2007; Haaga ve ark., 1994; Novaco, 1975).
Davranışsal müdahaleler, öfke uyandırıcı durumlar için, alışılmış davranışsal ifade paternlerine yönelik, olumlu becerileri tanımlamak ve güçlendirmeyi hedef alır (ör; saygılı ve karşıdakinin sözünü kesmeden dinleme becerisi, problemin netleştirilmesi ve çözülmesi, atılgan duygusal ifade, yapıcı bir biçimde olumlu ve olumsuz geri bildirim verilmesi, uygun sınırlar koyma, mola (time-out) almak, çatışma-yönetim becerileri gibi). Bu beceriler, öfke uyandırıcı durumlarda, danışan geniş ve esnek bir davranış repertuarına sahip olana ve önceki durumları yönetebilir hale gelene kadar, seans sırasında ve seanslar arasında, prova edilir. Kişi tetikleyici durumlarda becerilerini geliştirdikçe, öz yeterlilik artarken, duygusal uyarılma ve negatif sonuçlar azalır. Davranışsal beceri geliştirme müdahalelerinin, genel olarak, öfkeli kolej öğrencilerinde, öfkeli sürücülerde ve öfkeli-çatışmalı ailelerde etkili olduğu saptanmıştır (Deffenbacher ve ark., 1996, 2007; Stern, 1999).
Novaco’nun (1975) öfkeye yönelik stres aşılama yönteminde olduğu gibi, bu müdahaleler bir arada da kullanılabilir. Bu müdehaleler bir arada uygulandığında, işlevsiz öfkenin birçok yönünü hedefler, bu yönleri çok yönlü bir tedavi rasyoneli içinde bütünleştirir, geliştirir, uzmanlaştırır, prova eder, ve bu becerilerin terapi odasından gerçek yaşamdaki öfke uyandırıcı koşullara uyarlanmasına yardımcı olur. Örneğin, bilişsel-gevşeme, bilişsel-davranışçı, bilişsel-gevşeme-davranışçı kombinasyonları, öfkeli toplum gönüllüleri, öfkeli kolej öğrencileri, öfkeli sürücüler ve aralıklı olarak patlamalar yaşayan bireylerde, demanslı hastaların bakıcılarında, TSSB yaşayanlarda, öfke sorunu yaşayan ordu mensuplarında, çocuklarını taciz etme riski taşıyan genç annelerde, madde kötüye kullanananlarda ve öfkeli suçlularda etkili olduğu bulunmuştur (ör; Chemtob ve ark., 1997; Coon ve ark., 2003; Dahlen ve Deffenbacher, 2000; Deffenbacher ve ark., 2002; McCloskey ve ark, 2008). Kombine müdahaleler, öfke deneyimi ve ifadesinin öğeleri arasındaki doğal ilişkiler bakımından da avantaj sağlar. Buna bir örnek, bilişler ve davranışlar arasında olan ilişkilerdir. Öfke ile ilişkili bilişler ve öfke ifadeleri arasında genel olarak pozitif bir ilişki olmasına rağmen, bazı biliş çeşitleri, belirli öfke ifadeleri ile daha güçlü bir ilişki içindedir. Örneğin, sürüş sırasındaki öfke düşünüldüğünde; olumsuz, alçaltıcı etiketleme düşüncelerinin daha çok sözel agresif öfke ifadeleri ile (ör; diğer bir sürücüye bağırmak); intikam ve misilleme düşüncelerinin ise aracın öfke ifadesi için kullanılması ile ilişkili olduğu saptanmıştır (ör; diğer bir sürücünün önünü kesmek; Deffenbacher, Kamper ve Richards, 2007). Bu durum, bilişsel ve davranışsal bağlantıların, bilişsel-davranışçı müdahaleler yolu ile tanımlanması, değiştirilmesi ve prova edilmesi gerekliğini ortaya koyar. Farklılaşan bilişsel süreçler, daha uyumlu davranışlara rehberlik eder, davranışların dengelenemesini, uyumlu davranışların ortaya çıkmasını ve pekişmesini sağlar.
Özetle, öfkenin azalmasına katkıda bulunan tekil ve kombine birçok bilişsel-davranışçı tekniğin varlığından söz edilebilir. Meta-analizler ve araştırma sonuçları (ör; Deffenbacher, 2006; Del Vecchio ve O’Leary, 2004; DiGuiseppe ve Tafrate, 2003) müdahalelerin geçerlilik sonuçlarını ortaya koymuştur. Öncelikle, BDT tedavisi görmüş bireylerin, tedavi görmeyenlere kıyasla daha fazla ilerleme kaydettiği bulunmuştur. Yukarıda değinilen BDT müdahaleleri, öfkeyi azaltmada umut vaad etmektedir. İkincisi tedavilerin, etki alanları, anlamlı bir değişimin varlığına işaret etmektedir. Üçüncüsü, tedavi etkilerinin kısa ve uzun süreli takiplerde korunduğu görülmüştür. Ancak terapistler korunan bu etkiye ek olarak, sürdürücü müdahalelerde bulunmalıdır (ör; güçlendirici seanslar, ödevlerin sürekliliği, telefonla ya da yüzyüze takipler). Böylelikle danışanın çabasının devamlılığı garanti altına alınmalıdır. Dördüncüsü, farklı müdahalelerin eşit ölçüde etkili olduğu görülmektedir. BDT-temelli öfke azaltımının bir altın standardı yoktur. Bazılarına göre, BDT müdahaleleri her kişiye uyan bir özelliğe sahiptir. Bazılarına göre ise (ör; Deffenbacher, 2006; Kassinove ve Tafrate, 2006) ampirik verinin kişiye göre farklı yorumlanması gerekir. Bu yazarlar terapistlerin, bireylerin öfke deneyim ve ifadelerinin özelliklerinin tanınması, kişiye özel bir harita oluşturulması, ve danışanın deneyimine, amprik olarak desteklenmiş müdahalelerde bulunulması gerektiğini ileri sürer. Örneğin, gevşeme müdahaleleri, artan duygusal ve fizyolojik uyarımlarda; bilişsel yapılandırma, yoğun etiketleme ve artan taleplerde; ve mola verme (time-out) becerileri dürtüsel sözel agresyon söz konusu olduğunda kullanılmalıdır.
BDT, hazır oluş ve terapötik ilişki
Öfkesinin dış etkenlere bağımlı olduğunu ve kendisinin değil başkalarının değişmesi gerektiğini düşünen kişiler için, değişim-odaklı BDT müdahaleleri, anlamsız, yanlış ve aşağılayıcı bulunabilir (ör; kişi suçlanmış, anlaşılmamış, saldırılmış, yargılanmış hisseder). Bu öfkeli bireyler genellikle başkalarının isteği ile (ör; eşler, iş verenler) ya da başkalarını püskürtmek ya da öfkesinin sonuçlarını azaltmak için terapiye gelir. Ancak amaçları ve olayları yorumlamaları, değişim odaklı BDT müdahaleleri ile tutarlı değildir. Bu noktada terapist, terapötik işbirliği ve hazır oluşu dikkate almalıdır. Araştırmalar, müdahalelerin, kişinin hazır oluş seviyesiyle uyumlu olarak uygulanması gerektiğini ortaya koyar (ör; motivasyonel görüşme, Miller ve Rollnick, 1991).
Öfkeli bireylerin ilişki kurmaları zor olur. Terapistle ilişkileri de öfkeli, göz korkutucu, suçlayıcı ve aşağılayıcı olur. Terapistin olumsuz ve zararlı bulduğu yorumları ve değerleri tutma eğiliminde olurlar. Bu noktada terapistin dikkatle, empatik, saygılı bir biçimde dinlemesi, kişinin öfke hissini ve nasıl ortaya çıktığını netleştirmesi çok önemlidir. Terapist, kızgın kişinin incinmişlik ve mağduriyet hissini tanımlamaya özen göstermelidir. Açık uçlu sorular, empatik dinleme, duygusal temaların altını çizme; danışanın dinlenmiş ve anlaşılmış hissetmesine katkıda bulunacaktır. Terapistin öfkeli insanın yaklaşımına katılması gerekli değildir, ancak kişinin acı, incinmişlik, reddedilme, taciz edilme, kötü muamele edilme, yanlış anlaşılma ve yanlış yorumlanma ile ilgili duygu ve düşüncelerini paylaşmalıdır. Bu, güven ilişkisi oluşturmak, daha hızlı ilerleme sağlamak ve hazır oluşu hızlandırmak için önemlidir.
Terapide, danışanın “öfke, istediğimi elde etmeme yardımcı oluyor mu?” sorusunu yanıtlaması amaçlanmaktadır. Terapist bu soru aracılığı ile, danışanın öfkenin kar ve zararlarını değerlendirmesine fırsat verir. Öfkeli bireyler genelde öfkenin kısa vadedeki faydalarından (ör; kendini ifade etmek, kendisi için ayağa dikilmek); ve kısa vadedeki zararlarından (ör; kontrolden çıkmış, aptal, suçlu hissetmek ve diğerlerinin karşı saldırısına ya da geri çekilmesine neden olmak) bahseder. Bu noktada danışanlar, öfkenin kısa vadeli olumlu sonuçlarının, olumsuz sonuçlara göre daha etkili olduğunu düşünebilirler. O zaman, danışanların öfkenin uzun vadeli sonuçlarını değerlendirmeleri istenir (ör; ilişkilerin bozulması, iş problemleri, sağlık sorunları, yasal zorluklar). Ancak kişiler uzun vadeli faydaları belirlemekte zorlanır. Bu noktada, kişiye kısa vadeli faydalar için, kısa ve uzun vadeli zararları göze alıp almayacağı sorulur. Danışana aynı zamanda kısa süreli faydaları, kısa ve uzun vadeli bedelleri ödemek zorunda kalmadan nasıl elde edebileceği sorulur.
Kişilerarası sonuçları fark edebilmeleri için Gestalt iki sandalye tekniğinden faydalanabilir. Kişi öfkesini ortaya koyduğu zaman karşısındaki kişinin nasıl hissettiğini anlamak amacıyla diğer koltuğa geçer. Birey, bir sandalyede kendi öfkesini yaşama ve ifade etme fırsatını bulur, diğer sandalyede ise, öfkenin yöneldiği birey olarak nasıl tepki vermek istendiğini deneyimler. Bu öfkeyi iki taraflı prova etmek, kişinin karşı tarafta yaratmak istediği etkiyi yaratıp yaratmadığını anlamasına fırsat verir. Yani danışanın, öfkesinin ifade şeklinin, amaçlarını gerçekleştirmesine ne ölçüde hizmet ettiğini anlamasına yardımcı olur. Bu da kişinin pozitif beceriler geliştirmesine ve negatif sonuçların önüne geçmesine yardımcı olur. Öfkenin dışsallaştırılmasını engellemek ve öfkeyi azaltmak konusunda motivasyonu artırmak için, kişinin öfkesinin, öfkesinin sonuçlarının ve amaçlarına başka ne şekilde ulaşabileceğinin farkına varması çok önemlidir.
Danışanın terapi ilişkisinde kendini anlaşılmış hissetmesi, var olan ihtiyacının da bir ölçüde karşılanmasını sağlar. Ancak terapi araçları ile ilgili danışanla terapist arasında hala bir anlaşmazlık söz konusu olabilir. Öfkeli danışanlar genellikle diğer kişilerin kendisine yönelik davranışlarını değiştirmelerinde ve gerektiği şekilde davranmalarında terapistin yardımını ister. Ancak bu ender olarak mümkündür. Terapötik ilişki, kişinin, diğerlerinin değişmesi gerektiğine yönelik düşüncelerinin ve bu düşüncelerin altında yatan varsayımların incelenmesi ve test edilmesinde önemli rol oynar. Terapist açık uçlu sorularla, araştırmacı bir pozisyonda durur. Örneğin, danışana, kendisinin diğer insanlar üzerinde değiştirme ve kontrol yeteneği olup olmadığını sorar. Tekrar eden incelemeler sonucu, danışan, mükemmel ya da pratik iki sonuç olasılığı olduğu görülür. Mükemmel sonuca göre, diğerleri değişir; pratik sonuca göre ise, danışan diğerleri değişmediği takdirde neler yapabileceğine dair karar verir. Bu gözlemler genellikle durumlara yönelik, “adaletsiz”, “haksız” gibi yorumlar yapılmasına neden olur. Burada terapist danışana katılabilir ancak sonuçlar açık-uçlu bir biçimde değerlendirilmelidir. Terapist durumların, danışanın istediği gibi şekillenmediğini teyit eder ve neden öyle olması gerektiğini sorgular. Direnç olasıdır. Amaç danışanları yanlış davrandıklarına dair ikna etmek değil, danışanın isteklerine odaklanmak, düşüncelerinin limitlerini sınamak, talep ve beklentilerini yumuşatmak ve bazı zamanlar istemedikleri durumların gerçekleşebileceği fikriyle onları uzlaştırmaktır.
Açık uçlu sorular aracılığıyla diğer önemli konular da ortaya çıkar. “Daha sonra ne olur” gibi sorularla kişinin felaket senaryoları ile yüzleşmesi sağlanır. En kötüsünün gerçekleşmesi durumunda kişinin neler yapabileceği, bu durumla nasıl baş edeceği ile ilgili düşünmesine yardımcı olunur. Genellikle gerçekte sonuçlar tahmin edilen kadar olumsuz olmaz, ve kişi durumla tahmin ettiğinden daha iyi baş eder. “Bunun için kanıtınız nedir?”, “Sonrasının nasıl geleceğini tahmin ediyorsunuz” gibi sorular, öfkeyi tetikleyen aşırı genellemeler ve olumsuz düşüncelerin farkına varılmasına yardımcı olur.
Bu noktada, kontrol paradoksundan da yararlanılabilir. Örneğin, danışana her zaman başkalarının istediği gibi davranıp davranmadığı sorulur, cevap genellikle “hayır” olur. Danışan bu cevabını seçim hakkı olduğuna gönderme yaparak açıklar. Böylelikle başkalarına uyguladıkları çifte standardı fark etmeleri sağlanır. Çünkü diğerleri de seçimleri doğrultusunda davranma hakkına sahiptir. Danışanlar, böylece, öfkelerini artıran meli malı cümlelerini ve diğerlerinden beklentilerini aşağı çekerler.
Bazı düşüncelerin geçerliliğinin sınanması için, danışanlar çeşitli deneyler yaparlar. Örneğin, zayıflık göstermeleri halinde diğerlerinin ondan yararlanacağı düşüncesine sahip bireyden, her hafta zayıflık olarak düşündükleri bir şey yapmaları ve sonuçlarını gözlemlemeleri istenir.
Bu müdahalelerin çeşitli amaçları vardır. Bu müdahaleler, danışanlara kişisel ihtiyaçlarını tanımlamalarında, aynı zamanda, istenmeyen durumların gerçekleşmesinin ve bu durumların danışanların amaçlarına ulaşmalarında engel teşkil etmesinin doğal bir durum olduğunu anlamalarında yardımcı olur. Sonuç olarak, terapi sürecinde, danışanların olumsuz olaylar üzerindeki kontrollerinin küçük, buna karşılık nasıl hissettikleri ve sonuçta nasıl davrandıkları üzerindeki kontrollerininse büyük olduğunu kabul etmelerine yardımcı olunur. Danışanın hazır oluşuna uygun olmayan bir yaklaşım ise, terapötik ilişkide kesintilere, dirence, ve terapinin vaktinden önce sonlanmasına yol açabilir.
Aşağıdaki makalenin bir kısmının Türkçe'ye çevirisidir:
Deffenbacher, J. L. (2011). Cognitive-Behavioral Conceptualization and Treatment of Anger. Cognitive and Behavioral Practice. (18) 212-221
Öfkenin Bilişsel Davranışçı Açıklaması ve Tedavisi
Öfke konusuyla ilgili İyi Hissetmek kitabımızdaki ilgili bölüm ilginizi çekebilir.